Güç, Akım ve Toplum: “220 Volt”un Ardındaki Görünmeyen Sosyal Gerilimler
Evdeki bir priz, sıradan bir ayrıntı gibi görünür. Duvara gömülü, sessiz bir enerji kapısı. Ancak o 220 voltun ardında yalnızca fizik değil, aynı zamanda sosyal bir hikâye de vardır. Elektrik enerjisi nasıl toplumun damarlarında dolaşıyorsa, güç ilişkileri de toplumsal yapının derinlerinde aynı akışkanlıkla hareket eder. Bu yazıda, “priz neden 220 volt?” sorusuna yalnızca teknik değil, sosyolojik bir açıdan yaklaşacağız: güç, normlar ve eşitsizlikler arasındaki bağlantıları arayacağız.
1. Voltajın Tarihsel Seçimi: Gücün Standartlaşması
Elektrik sistemlerinde voltajın 220 olması tarihsel, teknik ve ekonomik nedenlerle açıklanır. Avrupa, daha verimli enerji iletimi için 220 volt sistemini benimserken; Amerika 110 voltta kaldı. Ancak burada “standart” kavramı, teknik olduğu kadar toplumsal bir anlam da taşır. Kim belirledi bu standartları? Hangi toplumların “güç” ölçütü diğerlerinin üzerine yazıldı?
Teknoloji tarihi, aslında güç ilişkilerinin tarihidir. 20. yüzyılın başlarında mühendislik standartları erkek egemen kurumlarda şekillendi. Bu durum, yalnızca teknik bir tercih değil, aynı zamanda belirli bir sosyal düzenin, bilgiye kimin sahip olduğunun göstergesiydi. Kadınlar ve azınlık gruplar teknik alanlardan dışlandıkça, “220 volt” gibi kararlar da sessiz bir şekilde patriyarkanın yapısal gölgesinde şekillendi.
2. Elektrik, Sınıf ve Mekân: Kimin Prizi Daha Güvenli?
Elektrik enerjisi herkese ulaşır gibi görünür, ama erişimin kalitesi sınıfsal farklarla belirlenir. Gelişmiş şehirlerde güvenli priz sistemleri, sigortalı panolar ve çocuk koruma mekanizmaları standarttır. Ancak düşük gelirli bölgelerde, hâlâ çıplak kablolar, kaçak hatlar ve yanık prizler yaşamın parçasıdır.
Bu fark, “voltaj”ın herkese eşit akmadığını gösterir. Dünya Bankası verilerine göre, enerji yoksulluğu hâlâ 700 milyondan fazla insanı etkiliyor. Bu durum, modernliğin ışığının herkesi aynı şekilde aydınlatmadığını kanıtlıyor. Elektrik, sınıfsal bir ayrıcalığa dönüşebiliyor; tıpkı eğitim, sağlık ya da güvenlik gibi.
3. Toplumsal Cinsiyet ve Enerji: Kadınların Görünmeyen Emeği
Bir evdeki prizden çıkan enerji, çoğunlukla kadın emeğini kolaylaştırmak için kullanılır: çamaşır makinesi, fırın, ütü, elektrikli süpürge... Ancak ironik biçimde, bu cihazlar kadının ev içi yükünü “hafifletirken” aynı zamanda bu yükün görünmezliğini artırır. Teknoloji, kadını özgürleştirmek yerine çoğu zaman “modern köleliğin” daha konforlu bir biçimini üretir.
Feminist enerji araştırmaları (örneğin, Sovacool ve Dworkin, Energy Research & Social Science, 2015) bu gerçeği açıkça ortaya koyar: enerji politikaları çoğunlukla erkek bakış açısıyla tasarlanır. Elektrik üretimi, mühendislik, enerji yönetimi gibi alanlar erkeklerce domine edilirken, enerji tüketimi ev içi rollerle kadınlara yüklenir. Bu durum, 220 voltluk bir sistemin bile toplumsal cinsiyet dinamikleriyle iç içe olduğunu gösterir.
4. Irk ve Küresel Eşitsizlikler: Kuzeyin Gücü, Güneyin Yükü
“220 volt” standardı, küresel güç ilişkilerini de yansıtır. Avrupa merkezli teknik sistemler, kolonyal dönemlerden bu yana “doğru yol” olarak kabul edilmiştir. Afrika ve Asya’da kurulan enerji altyapıları genellikle Batılı şirketlerin standartlarına göre inşa edilmiştir. Bu durum, yalnızca teknik bir tercih değil, aynı zamanda epistemik bir sömürüdür: kimin bilgisi “evrensel”, kimin sistemi “yerel” sayılır?
Bu küresel eşitsizlikler, modern enerjinin ırksal bir hiyerarşi içinde nasıl şekillendiğini gösterir. Batı dünyası elektriği bir ilerleme sembolü olarak sunarken, sömürge geçmişi boyunca enerji kaynaklarını –kömür, petrol, uranyum– Güney’den çekip Kuzey’e taşıdı. Dolayısıyla bugün bir Avrupa prizinden çıkan 220 volt, aslında küresel adaletsizliğin de bir metaforudur.
5. Erkeklerin Çözüm Odaklı Yaklaşımı: Yeniden Güç Tanımlamak
Toplumsal cinsiyet tartışmalarında erkeklerin rolü çoğu zaman eleştirel bir konumda yer alır. Oysa birçok erkek, özellikle teknik alanlarda çalışanlar, enerji politikalarında eşitlikçi çözümler üretmeye çalışıyor. Bu, “gücün yeniden tanımlanması” sürecidir. Gücü paylaşmak, yalnızca politik değil, etik bir tercihtir.
Enerji kooperatiflerinde, yenilenebilir enerji girişimlerinde ve topluluk temelli projelerde erkek mühendislerin, aktivistlerin ve akademisyenlerin işbirlikçi tavırları dikkat çekmektedir. Buradaki amaç, gücü merkezden çevreye, tekil otoritelerden kolektif yapılara taşımaktır. Bu da 220 voltun “kim için” ve “nasıl” üretildiğini yeniden sormamızı sağlar.
6. Voltajın Metaforu: Toplumsal Akımların Direnci
Her elektrik sisteminde bir direnç vardır; toplumsal sistemlerde de öyle. Kadınların kamusal alanda güç kazanmasına, azınlıkların temsil edilmesine ya da sınıf farklarının azalmasına karşı direnç gösteren yapılar, “akımın” düzenini bozmaktan korkar. Ancak değişim, tıpkı elektrik gibi, direnci aşmadan mümkün olmaz.
Bu açıdan bakıldığında “220 volt” yalnızca bir sayı değil, bir semboldür: toplumun taşıyabileceği maksimum gerilim. Eğer bu gerilim adalet, eşitlik ve farkındalıkla yönetilmezse, kısa devre kaçınılmazdır.
7. Düşündürücü Bir Soru: Kimin Enerjisi, Kimin Gücü?
Belki de asıl soru şudur: Evimizdeki elektriğin, hayatımızdaki gücün kaynağı kimdir? Kadınların emeği, erkeklerin çözümleri, sınıfların farkları ve ırkların hikâyeleri arasında, gerçekten eşit bir enerji paylaşımına ne kadar yakınız?
Forumdaki siz okuyuculara soruyorum:
- Sizce toplumsal yapılar “gücü” nasıl yeniden dağıtmalı?
- Enerji politikaları toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyecek biçimde nasıl tasarlanabilir?
- 220 voltluk bir sistemde herkesin aynı ışığı görmesi mümkün mü?
Kaynaklar ve Referanslar
- Sovacool, B.K. & Dworkin, M. H. (2015). Energy justice: Conceptual insights and practical applications. Energy Research & Social Science.
- World Bank (2023). Tracking SDG7: The Energy Progress Report.
- Wajcman, J. (1991). Feminism Confronts Technology. Polity Press.
- Kişisel gözlem: İstanbul’un gecekondu bölgelerinde çocukken yaşadığım sık sık kesilen elektrikler, bana enerji adaletinin ne kadar “sınıfsal” bir mesele olduğunu öğretmişti.
Sonuç: Voltajı Dengelemek
“Priz neden 220 volt?” sorusunun cevabı teknik olabilir, ama asıl mesele güç dengelerinin nerede yoğunlaştığıdır. Toplum, tıpkı bir devre gibi işler: bir yerde fazla yük varsa, diğerinde ışık sönmeye başlar. Adalet, bu voltajı dengelemektir. Ve belki de geleceğin en büyük enerjisi, elektrikte değil, empati ve dayanışmada gizlidir.
Evdeki bir priz, sıradan bir ayrıntı gibi görünür. Duvara gömülü, sessiz bir enerji kapısı. Ancak o 220 voltun ardında yalnızca fizik değil, aynı zamanda sosyal bir hikâye de vardır. Elektrik enerjisi nasıl toplumun damarlarında dolaşıyorsa, güç ilişkileri de toplumsal yapının derinlerinde aynı akışkanlıkla hareket eder. Bu yazıda, “priz neden 220 volt?” sorusuna yalnızca teknik değil, sosyolojik bir açıdan yaklaşacağız: güç, normlar ve eşitsizlikler arasındaki bağlantıları arayacağız.
1. Voltajın Tarihsel Seçimi: Gücün Standartlaşması
Elektrik sistemlerinde voltajın 220 olması tarihsel, teknik ve ekonomik nedenlerle açıklanır. Avrupa, daha verimli enerji iletimi için 220 volt sistemini benimserken; Amerika 110 voltta kaldı. Ancak burada “standart” kavramı, teknik olduğu kadar toplumsal bir anlam da taşır. Kim belirledi bu standartları? Hangi toplumların “güç” ölçütü diğerlerinin üzerine yazıldı?
Teknoloji tarihi, aslında güç ilişkilerinin tarihidir. 20. yüzyılın başlarında mühendislik standartları erkek egemen kurumlarda şekillendi. Bu durum, yalnızca teknik bir tercih değil, aynı zamanda belirli bir sosyal düzenin, bilgiye kimin sahip olduğunun göstergesiydi. Kadınlar ve azınlık gruplar teknik alanlardan dışlandıkça, “220 volt” gibi kararlar da sessiz bir şekilde patriyarkanın yapısal gölgesinde şekillendi.
2. Elektrik, Sınıf ve Mekân: Kimin Prizi Daha Güvenli?
Elektrik enerjisi herkese ulaşır gibi görünür, ama erişimin kalitesi sınıfsal farklarla belirlenir. Gelişmiş şehirlerde güvenli priz sistemleri, sigortalı panolar ve çocuk koruma mekanizmaları standarttır. Ancak düşük gelirli bölgelerde, hâlâ çıplak kablolar, kaçak hatlar ve yanık prizler yaşamın parçasıdır.
Bu fark, “voltaj”ın herkese eşit akmadığını gösterir. Dünya Bankası verilerine göre, enerji yoksulluğu hâlâ 700 milyondan fazla insanı etkiliyor. Bu durum, modernliğin ışığının herkesi aynı şekilde aydınlatmadığını kanıtlıyor. Elektrik, sınıfsal bir ayrıcalığa dönüşebiliyor; tıpkı eğitim, sağlık ya da güvenlik gibi.
3. Toplumsal Cinsiyet ve Enerji: Kadınların Görünmeyen Emeği
Bir evdeki prizden çıkan enerji, çoğunlukla kadın emeğini kolaylaştırmak için kullanılır: çamaşır makinesi, fırın, ütü, elektrikli süpürge... Ancak ironik biçimde, bu cihazlar kadının ev içi yükünü “hafifletirken” aynı zamanda bu yükün görünmezliğini artırır. Teknoloji, kadını özgürleştirmek yerine çoğu zaman “modern köleliğin” daha konforlu bir biçimini üretir.
Feminist enerji araştırmaları (örneğin, Sovacool ve Dworkin, Energy Research & Social Science, 2015) bu gerçeği açıkça ortaya koyar: enerji politikaları çoğunlukla erkek bakış açısıyla tasarlanır. Elektrik üretimi, mühendislik, enerji yönetimi gibi alanlar erkeklerce domine edilirken, enerji tüketimi ev içi rollerle kadınlara yüklenir. Bu durum, 220 voltluk bir sistemin bile toplumsal cinsiyet dinamikleriyle iç içe olduğunu gösterir.
4. Irk ve Küresel Eşitsizlikler: Kuzeyin Gücü, Güneyin Yükü
“220 volt” standardı, küresel güç ilişkilerini de yansıtır. Avrupa merkezli teknik sistemler, kolonyal dönemlerden bu yana “doğru yol” olarak kabul edilmiştir. Afrika ve Asya’da kurulan enerji altyapıları genellikle Batılı şirketlerin standartlarına göre inşa edilmiştir. Bu durum, yalnızca teknik bir tercih değil, aynı zamanda epistemik bir sömürüdür: kimin bilgisi “evrensel”, kimin sistemi “yerel” sayılır?
Bu küresel eşitsizlikler, modern enerjinin ırksal bir hiyerarşi içinde nasıl şekillendiğini gösterir. Batı dünyası elektriği bir ilerleme sembolü olarak sunarken, sömürge geçmişi boyunca enerji kaynaklarını –kömür, petrol, uranyum– Güney’den çekip Kuzey’e taşıdı. Dolayısıyla bugün bir Avrupa prizinden çıkan 220 volt, aslında küresel adaletsizliğin de bir metaforudur.
5. Erkeklerin Çözüm Odaklı Yaklaşımı: Yeniden Güç Tanımlamak
Toplumsal cinsiyet tartışmalarında erkeklerin rolü çoğu zaman eleştirel bir konumda yer alır. Oysa birçok erkek, özellikle teknik alanlarda çalışanlar, enerji politikalarında eşitlikçi çözümler üretmeye çalışıyor. Bu, “gücün yeniden tanımlanması” sürecidir. Gücü paylaşmak, yalnızca politik değil, etik bir tercihtir.
Enerji kooperatiflerinde, yenilenebilir enerji girişimlerinde ve topluluk temelli projelerde erkek mühendislerin, aktivistlerin ve akademisyenlerin işbirlikçi tavırları dikkat çekmektedir. Buradaki amaç, gücü merkezden çevreye, tekil otoritelerden kolektif yapılara taşımaktır. Bu da 220 voltun “kim için” ve “nasıl” üretildiğini yeniden sormamızı sağlar.
6. Voltajın Metaforu: Toplumsal Akımların Direnci
Her elektrik sisteminde bir direnç vardır; toplumsal sistemlerde de öyle. Kadınların kamusal alanda güç kazanmasına, azınlıkların temsil edilmesine ya da sınıf farklarının azalmasına karşı direnç gösteren yapılar, “akımın” düzenini bozmaktan korkar. Ancak değişim, tıpkı elektrik gibi, direnci aşmadan mümkün olmaz.
Bu açıdan bakıldığında “220 volt” yalnızca bir sayı değil, bir semboldür: toplumun taşıyabileceği maksimum gerilim. Eğer bu gerilim adalet, eşitlik ve farkındalıkla yönetilmezse, kısa devre kaçınılmazdır.
7. Düşündürücü Bir Soru: Kimin Enerjisi, Kimin Gücü?
Belki de asıl soru şudur: Evimizdeki elektriğin, hayatımızdaki gücün kaynağı kimdir? Kadınların emeği, erkeklerin çözümleri, sınıfların farkları ve ırkların hikâyeleri arasında, gerçekten eşit bir enerji paylaşımına ne kadar yakınız?
Forumdaki siz okuyuculara soruyorum:
- Sizce toplumsal yapılar “gücü” nasıl yeniden dağıtmalı?
- Enerji politikaları toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyecek biçimde nasıl tasarlanabilir?
- 220 voltluk bir sistemde herkesin aynı ışığı görmesi mümkün mü?
Kaynaklar ve Referanslar
- Sovacool, B.K. & Dworkin, M. H. (2015). Energy justice: Conceptual insights and practical applications. Energy Research & Social Science.
- World Bank (2023). Tracking SDG7: The Energy Progress Report.
- Wajcman, J. (1991). Feminism Confronts Technology. Polity Press.
- Kişisel gözlem: İstanbul’un gecekondu bölgelerinde çocukken yaşadığım sık sık kesilen elektrikler, bana enerji adaletinin ne kadar “sınıfsal” bir mesele olduğunu öğretmişti.
Sonuç: Voltajı Dengelemek
“Priz neden 220 volt?” sorusunun cevabı teknik olabilir, ama asıl mesele güç dengelerinin nerede yoğunlaştığıdır. Toplum, tıpkı bir devre gibi işler: bir yerde fazla yük varsa, diğerinde ışık sönmeye başlar. Adalet, bu voltajı dengelemektir. Ve belki de geleceğin en büyük enerjisi, elektrikte değil, empati ve dayanışmada gizlidir.