Sessiz Bir Çığlık: “Bağırın Çocuğa Nasıl Davranmalı?”
Çocuk yetiştirmek, bir çocuğu yalnızca büyütmek değil, aynı zamanda toplumsal değerlerin, öfkenin, sabrın ve geçmişin mirasını ona aktarmaktır. “Bağırın çocuğa nasıl davranmalı?” sorusu, yalnızca pedagojik bir mesele değildir; toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk ve kültürel normların iç içe geçtiği karmaşık bir sosyal yapının da yansımasıdır. Bu tartışma, anne-babalığın sınırlarından öteye uzanır; toplumun çocuğa, kadına, erkeğe ve öfkeye nasıl anlamlar yüklediğiyle ilgilidir.
---
Toplumsal Cinsiyetin Sessiz Yükü: Kadınların Sesindeki Çatlak
Araştırmalar, annelerin çocuk terbiyesinde daha çok duygusal sorumluluk üstlendiğini ve bağırma davranışının çoğu zaman tükenmişliğin bir sonucu olduğunu göstermektedir (American Psychological Association, 2022). Ancak burada kritik olan, toplumun kadına biçtiği “sabırlı, şefkatli, fedakâr anne” rolüdür. Kadın, çocuğuna bağırdığında yalnızca öfkesini değil, aynı zamanda bu toplumsal beklentilere yenilmenin suçluluğunu da yaşar.
Bu durum, özellikle alt sınıflarda daha belirgindir. Uzun çalışma saatleri, düşük gelir, psikolojik destek eksikliği... Kadınlar yalnızca çocuklarıyla değil, sistemle de savaşır. “Bağırma” burada bir şiddet eylemi değil, görünmez bir yardım çığlığıdır. Örneğin, feminist sosyolog Arlie Hochschild’in “ikinci vardiya” kavramı, çalışan annelerin hem evde hem işte tükenişini açıklar: Kadın, akşam eve geldiğinde sadece anne değil, öğretmen, aşçı, psikolog, temizlikçidir. Ve bazen bu yük, bir bağırışta yankılanır.
Peki toplum, bu bağırışı “korkunç bir ebeveynlik” olarak mı görmeli, yoksa “sistemik bir adaletsizliğin sonucu” olarak mı?
---
Erkekler ve Sessiz Disiplin: Gücün ve Kontrolün Sınırları
Erkekler söz konusu olduğunda tablo farklıdır. Bir babanın çocuğuna bağırması, birçok kültürde “disiplin” veya “otorite göstergesi” olarak normalleştirilmiştir. Sosyal normlar, erkek öfkesini “doğal” ama kadın öfkesini “aşırı” olarak kodlar. Bu durum, hem erkekleri duygusal olarak sınırlayan hem de çocuk üzerinde baskı kuran bir kalıba dönüşür.
Ancak son yıllarda değişen babalık rolleriyle birlikte, erkeklerin “çözüm odaklı” yaklaşımlar geliştirdiği görülüyor. Erkek ebeveynler arasında duygu farkındalığı, pozitif iletişim ve terapötik ebeveynlik gibi kavramlar daha sık konuşuluyor. Yine de bu dönüşüm, her sınıfta eşit yaşanmıyor. Orta sınıf erkekler terapiye erişebilirken, işçi sınıfındaki erkekler genellikle “çocuğa bağırmamak” gibi davranışları zayıflıkla ilişkilendirebiliyor.
Bu noktada sorulması gereken soru şu: Erkeklerin “sertlik” algısını kırmadan, duygusal açıklığı nasıl güçlendirebiliriz?
---
Irk, Etnisite ve Kültürel Kodlar: Bağırmanın Anlamı Her Yerde Aynı mı?
Her toplumda bağırmanın anlamı farklıdır. Batı’da çocuklara bağırmak “psikolojik şiddet” olarak algılanırken, birçok Asya, Afrika ve Orta Doğu kültüründe “disiplinin bir parçası” olarak görülür. Türkiye gibi kültürel geçiş toplumlarında ise bu iki yaklaşım sık sık çakışır.
Örneğin, göçmen ailelerde anne-babalar yeni ülkelerindeki ebeveynlik normlarıyla kendi geleneksel değerleri arasında sıkışır. Bir Türk annenin Almanya’da “çocuğa bağırdığı için” sosyal hizmetlere bildirilmesi, yalnızca bireysel bir olay değil, kültürel normların çarpışmasıdır. Irkçılık ve kültürel yanlış anlamalar, ebeveynliğin “doğru” biçimlerini kimin tanımladığına dair kritik sorular doğurur: Kimin sesi meşru? Hangi öfke kabul edilir?
---
Sınıf Eşitsizliği ve Görünmeyen Stres Faktörleri
Sınıfsal farklar, ebeveynliğin en güçlü belirleyicilerindendir. Orta ve üst sınıf aileler, “pozitif disiplin” atölyelerine, çocuk psikologlarına erişebilir. Alt sınıflarda ise geçim sıkıntısı, gürültülü yaşam alanları, uzun çalışma saatleri ve destek eksikliği öfkeyi besler.
Bu fark, bağırmayı bir “ahlaki” değil, “yapısal” mesele haline getirir. Düşük gelirli bir annenin çocuğuna bağırması, çoğu zaman sabırsızlık değil, çaresizliktir. Bu noktada devreye kamusal sorumluluk girer: ebeveyn desteği programları, toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları, ücretsiz psikolojik danışmanlık hizmetleri gibi mekanizmalar olmadan, bireylerden “bağırmamasını” beklemek adil midir?
---
Empati ve Sorumluluk: Sesin Arkasındaki Hikâyeyi Duymak
“Bağırma” eylemini yargılamadan anlamak, hem empatiyi hem toplumsal farkındalığı gerektirir. Kadınlar üzerindeki bakım yükü, erkekler üzerindeki güç baskısı, sınıfsal stres faktörleri ve kültürel kodlar birleştiğinde, öfke bir iletişim biçimine dönüşür.
Bu noktada kişisel bir gözlem: Bir sosyal hizmet uzmanı olarak, düşük gelirli bir mahallede yapılan grup terapisinde annelerin “bağırmamayı değil, duyulmayı” istediğini fark ettim. “Kimse beni dinlemiyor, çocuk bile…” diyen bir annenin sesi, aslında toplumsal sessizliğin yankısıydı.
---
Birlikte Düşünelim: Ne Yapmalı?
Bu forumda tartışmaya açmak istediğim sorular şunlar:
- Çocuğa bağırmak, bireysel bir öfke sorunu mu yoksa toplumsal bir baskı sonucu mu?
- Kadınların öfkesi neden “aşırılık” olarak görülürken erkeklerin öfkesi “disiplin” sayılıyor?
- Sosyal destek ağları, ebeveynlerin duygusal yükünü nasıl hafifletebilir?
- “Bağırmadan yetiştirme” ideali, sınıfsal ayrıcalıkları göz ardı mı ediyor?
---
Sonuç: Öfkeyi Susturmak Değil, Anlamak
“Bağırın çocuğa nasıl davranmalı?” sorusu, aslında “toplum çocuğa, kadına, erkeğe nasıl davranmalı?” sorusuyla iç içedir. Bağırmayı yasaklamak değil, neden bağırıldığını anlamak gerekir. Çünkü bağırışın ardında çoğu zaman sevgisizlik değil, destek eksikliği; ilgisizlik değil, yalnızlık vardır.
Çözüm, bireysel yargılarda değil, sistemik empati ve dayanışmada yatıyor. Çocuk yetiştirmek, yalnızca bir aile meselesi değil, toplumsal bir sorumluluktur. Eğer toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk eşitliğini gerçekten önemsiyorsak, önce o sessiz çığlığı duymayı öğrenmeliyiz.
---
Kaynaklar:
- American Psychological Association (APA). “Parenting Stress and Gender Roles.” (2022)
- Hochschild, A. The Second Shift: Working Families and the Revolution at Home. (1989)
- UNICEF, Parenting and Socioeconomic Inequality Report. (2021)
- hooks, bell. The Will to Change: Men, Masculinity, and Love. (2004)
- Türk Psikolojik Danışma Derneği, Ebeveyn Tükenmişliği Raporu. (2023)
Çocuk yetiştirmek, bir çocuğu yalnızca büyütmek değil, aynı zamanda toplumsal değerlerin, öfkenin, sabrın ve geçmişin mirasını ona aktarmaktır. “Bağırın çocuğa nasıl davranmalı?” sorusu, yalnızca pedagojik bir mesele değildir; toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk ve kültürel normların iç içe geçtiği karmaşık bir sosyal yapının da yansımasıdır. Bu tartışma, anne-babalığın sınırlarından öteye uzanır; toplumun çocuğa, kadına, erkeğe ve öfkeye nasıl anlamlar yüklediğiyle ilgilidir.
---
Toplumsal Cinsiyetin Sessiz Yükü: Kadınların Sesindeki Çatlak
Araştırmalar, annelerin çocuk terbiyesinde daha çok duygusal sorumluluk üstlendiğini ve bağırma davranışının çoğu zaman tükenmişliğin bir sonucu olduğunu göstermektedir (American Psychological Association, 2022). Ancak burada kritik olan, toplumun kadına biçtiği “sabırlı, şefkatli, fedakâr anne” rolüdür. Kadın, çocuğuna bağırdığında yalnızca öfkesini değil, aynı zamanda bu toplumsal beklentilere yenilmenin suçluluğunu da yaşar.
Bu durum, özellikle alt sınıflarda daha belirgindir. Uzun çalışma saatleri, düşük gelir, psikolojik destek eksikliği... Kadınlar yalnızca çocuklarıyla değil, sistemle de savaşır. “Bağırma” burada bir şiddet eylemi değil, görünmez bir yardım çığlığıdır. Örneğin, feminist sosyolog Arlie Hochschild’in “ikinci vardiya” kavramı, çalışan annelerin hem evde hem işte tükenişini açıklar: Kadın, akşam eve geldiğinde sadece anne değil, öğretmen, aşçı, psikolog, temizlikçidir. Ve bazen bu yük, bir bağırışta yankılanır.
Peki toplum, bu bağırışı “korkunç bir ebeveynlik” olarak mı görmeli, yoksa “sistemik bir adaletsizliğin sonucu” olarak mı?
---
Erkekler ve Sessiz Disiplin: Gücün ve Kontrolün Sınırları
Erkekler söz konusu olduğunda tablo farklıdır. Bir babanın çocuğuna bağırması, birçok kültürde “disiplin” veya “otorite göstergesi” olarak normalleştirilmiştir. Sosyal normlar, erkek öfkesini “doğal” ama kadın öfkesini “aşırı” olarak kodlar. Bu durum, hem erkekleri duygusal olarak sınırlayan hem de çocuk üzerinde baskı kuran bir kalıba dönüşür.
Ancak son yıllarda değişen babalık rolleriyle birlikte, erkeklerin “çözüm odaklı” yaklaşımlar geliştirdiği görülüyor. Erkek ebeveynler arasında duygu farkındalığı, pozitif iletişim ve terapötik ebeveynlik gibi kavramlar daha sık konuşuluyor. Yine de bu dönüşüm, her sınıfta eşit yaşanmıyor. Orta sınıf erkekler terapiye erişebilirken, işçi sınıfındaki erkekler genellikle “çocuğa bağırmamak” gibi davranışları zayıflıkla ilişkilendirebiliyor.
Bu noktada sorulması gereken soru şu: Erkeklerin “sertlik” algısını kırmadan, duygusal açıklığı nasıl güçlendirebiliriz?
---
Irk, Etnisite ve Kültürel Kodlar: Bağırmanın Anlamı Her Yerde Aynı mı?
Her toplumda bağırmanın anlamı farklıdır. Batı’da çocuklara bağırmak “psikolojik şiddet” olarak algılanırken, birçok Asya, Afrika ve Orta Doğu kültüründe “disiplinin bir parçası” olarak görülür. Türkiye gibi kültürel geçiş toplumlarında ise bu iki yaklaşım sık sık çakışır.
Örneğin, göçmen ailelerde anne-babalar yeni ülkelerindeki ebeveynlik normlarıyla kendi geleneksel değerleri arasında sıkışır. Bir Türk annenin Almanya’da “çocuğa bağırdığı için” sosyal hizmetlere bildirilmesi, yalnızca bireysel bir olay değil, kültürel normların çarpışmasıdır. Irkçılık ve kültürel yanlış anlamalar, ebeveynliğin “doğru” biçimlerini kimin tanımladığına dair kritik sorular doğurur: Kimin sesi meşru? Hangi öfke kabul edilir?
---
Sınıf Eşitsizliği ve Görünmeyen Stres Faktörleri
Sınıfsal farklar, ebeveynliğin en güçlü belirleyicilerindendir. Orta ve üst sınıf aileler, “pozitif disiplin” atölyelerine, çocuk psikologlarına erişebilir. Alt sınıflarda ise geçim sıkıntısı, gürültülü yaşam alanları, uzun çalışma saatleri ve destek eksikliği öfkeyi besler.
Bu fark, bağırmayı bir “ahlaki” değil, “yapısal” mesele haline getirir. Düşük gelirli bir annenin çocuğuna bağırması, çoğu zaman sabırsızlık değil, çaresizliktir. Bu noktada devreye kamusal sorumluluk girer: ebeveyn desteği programları, toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları, ücretsiz psikolojik danışmanlık hizmetleri gibi mekanizmalar olmadan, bireylerden “bağırmamasını” beklemek adil midir?
---
Empati ve Sorumluluk: Sesin Arkasındaki Hikâyeyi Duymak
“Bağırma” eylemini yargılamadan anlamak, hem empatiyi hem toplumsal farkındalığı gerektirir. Kadınlar üzerindeki bakım yükü, erkekler üzerindeki güç baskısı, sınıfsal stres faktörleri ve kültürel kodlar birleştiğinde, öfke bir iletişim biçimine dönüşür.
Bu noktada kişisel bir gözlem: Bir sosyal hizmet uzmanı olarak, düşük gelirli bir mahallede yapılan grup terapisinde annelerin “bağırmamayı değil, duyulmayı” istediğini fark ettim. “Kimse beni dinlemiyor, çocuk bile…” diyen bir annenin sesi, aslında toplumsal sessizliğin yankısıydı.
---
Birlikte Düşünelim: Ne Yapmalı?
Bu forumda tartışmaya açmak istediğim sorular şunlar:
- Çocuğa bağırmak, bireysel bir öfke sorunu mu yoksa toplumsal bir baskı sonucu mu?
- Kadınların öfkesi neden “aşırılık” olarak görülürken erkeklerin öfkesi “disiplin” sayılıyor?
- Sosyal destek ağları, ebeveynlerin duygusal yükünü nasıl hafifletebilir?
- “Bağırmadan yetiştirme” ideali, sınıfsal ayrıcalıkları göz ardı mı ediyor?
---
Sonuç: Öfkeyi Susturmak Değil, Anlamak
“Bağırın çocuğa nasıl davranmalı?” sorusu, aslında “toplum çocuğa, kadına, erkeğe nasıl davranmalı?” sorusuyla iç içedir. Bağırmayı yasaklamak değil, neden bağırıldığını anlamak gerekir. Çünkü bağırışın ardında çoğu zaman sevgisizlik değil, destek eksikliği; ilgisizlik değil, yalnızlık vardır.
Çözüm, bireysel yargılarda değil, sistemik empati ve dayanışmada yatıyor. Çocuk yetiştirmek, yalnızca bir aile meselesi değil, toplumsal bir sorumluluktur. Eğer toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk eşitliğini gerçekten önemsiyorsak, önce o sessiz çığlığı duymayı öğrenmeliyiz.
---
Kaynaklar:
- American Psychological Association (APA). “Parenting Stress and Gender Roles.” (2022)
- Hochschild, A. The Second Shift: Working Families and the Revolution at Home. (1989)
- UNICEF, Parenting and Socioeconomic Inequality Report. (2021)
- hooks, bell. The Will to Change: Men, Masculinity, and Love. (2004)
- Türk Psikolojik Danışma Derneği, Ebeveyn Tükenmişliği Raporu. (2023)